Kariyerine baktığınızda, gerçekten herkesi gururlandıracak övgü dolu tespitler, karşınıza çıkan ilk bilgiler göz kamaştırıcı. 20.yüzyılın en büyük sanat akımı sinemaya damgasını vuran, çağının en büyük görüntü yaratıcılarından biri, hatta kendi kuşağı içinde birinci olan bir usta yönetmen.

 

İzleyici olmaktan öte, yazıma konu aldığım ustanın sinematografi denen, artık en iyi en etkili örneklerinin, özellikle sinemanın kalbinin attığı Hollywood’un geçmişine gömüldüğü düşünülen o devasa, devasa olduğu kadar da karmaşık kaldığı düşünülen bir alanda, Avrupa’dan çıkan yeni bir soluk, son derece zengin ve etkileyici bir görsellik yaratarak büyük başarı kazanan yönetmen Emir Kusturica’nın sinema sanatının kritiğini yapmak bu satırların yazarını aşar. İtiraf edeyeim, ilgi alanı olmamasından öte, müktesebatı da buna yetmez.

 

Ancak bu ustanın ülkemiz topraklarını kirleteceğini düşündüğüm bir davetin çağrıştırdığı soysuzlukları not düşmek, aka ak karaya demeyi yeğleyen sağlıklı vicdanlarda yerini almalıdır diye düşündüğüm için, Emir Kusturica isminin zihnimizde çağrıştırdığı bilgileri paylaşmak istiyorum. Onun (Dolly Bell’i Hatırlıyor musun?,1981), (Çingeneler Zamanı,1989), (Arizona Dream/Amerikan Rüyası,1993), (Underground/Yer altı,1995), (Super 8 Stories/Süper 8 Öyküleri,2001) ve (Life is a Miracle/Hayat bir Mucizedir, 2004) gibi dev kabul edilen yapımlara imza atmış olması, elbetteki karakterini ibra etmeye yetmez ve yetmemelidir de.. Neden mi? İşte işin püf noktası işte bu sorunun cevabında.

 

90’lı yılların yetişkin kuşağı olan okurlarım hatırlayacaklardır; Avrupa’nın göbeğinde Yugoslavya’nın çatlatılıp parçalatıldığı süreçte, savaşın en çirkin boyutunu yaşadı insanlar. O boyutta, 1992’de savaş ortamında kadınları aşağılama, erkekleri psikolojik travmalarla sindirme ve etnik bir topluluğun yok edilmesi amacına hizmet eden bir savaş stratejisi olarak cinsellik kullanıldı. Bosna’da savaş sırasında 20.000’i aşkın kadına Sırp Çetnikler tarafından sistematik bir şekilde tecavüz edildi.  İşte tarihin bu noktasında, yani 1992–95 yılları arasında Bosna’da Sırpların yaptığı vahşi soykırım esnasında namusları kirletilen on binlerce Boşnak kadına hitaben “Meseleyi lüzûmundan fazla abartıyorsunuz” diyen ve 250 bin insanın hayatına mâl olan soykırımın çözümü olarak da “500 yıl önce zaten hepimiz Sırptık, yeniden Sırp ve Hıristiyan olalım, olsun bitsin” önerisini getiren sözde Boşnak sinema yönetmeni Emir Kusturica ismini bu vahşi savaşın unutulmazları arasında hatırlamamak mümkün değil. Dahası da var; Emir Kusturica, bir çok kereler “Boşnak bir anne-babadan doğdum, fakat kendimi kültürel açıdan Sırplara daha yakın hissediyorum” açıklamasını yapan, ahlaksız ve sapık fikirleriyle de tanınan bir yönetmen.

 

Savaşa hazırlıksız yakalanan Boşnaklar, tüm asimetrik savaş koşullarına kahramanca direndiler; Dino Merlin şarkılarıyla, Abdullah Sidran şiir ve yazılarıyla, rahmetli Aliya İzzetbegoviç kahraman askerleriyle Saraybosna’yı savunurken, Bosnalı olmaktan utanan, eski Yugoslavya’ya ve Sırplara hayranlık duyan bir yönetmen olan Kusturica, sözde “savaş karşıtı/barış yanlısı” görünmek adına kendi halkının acılarını duymazlıktan gelip ülkeyi terk etti, Amerika’ya gitti.

 

İnsanlığa karşı suç işledikleri hür dünyanın aydınlarınca tescil edilmiş Sırp kasaplar Karadziç ve Mladiç Saraybosna’da, Tuzla’da, Srebrenitsa’da gerçekleştirdikleri katliamları, “Yugoslavlık bilincini yeniden tesis etmek adına verilen mücadele” olarak tanımlarken, Kusturica’da Yugoslav bakiyesi üzerinden Sırp propagandası yapıyor onlarla aynı düşüncede olduğunu rahatlıkla ifade edebiliyordu.

 

O yıllarda, “Bosna!” adlı 1994 yapımı unutulmaz belgeselin yapımcı ve yönetmeni, Yahudi asıllı Fransız düşünür Bernard-Henri Lévy, bu “kalpsiz ve omurgasız”  adamın kendi ülkesindeki iç savaşa karşı sergilediği umursamaz yaklaşımını ortaya koyan “Yeraltı”(Underground, 1995) adlı aşağılık rezil filmini “Son derece munis ve mazlum insanların yaşadığı bir diyardan, kendini sanatçı olarak nitelendiren bu kadar kalpsiz ve omurgasız bir adamın çıkabileceğini tasavvur etmek benim için gerçekten çok zordu. Ancak ne yazık ki Kusturica sayesinde böylesine sıra dışı bir örnekle karşılaşma bahtsızlığını da yaşamış olduk” diye değerlendirmişti.

 

Şimdi bu düşük ruhlu, kalpsiz ve omurgasız adam, geçmişi yarım yüzyıla dayanan, Türkiye sineması için hayati önemdeki Antalya Altın Film Festivali’nin bu yıl 9-14 Ekim tarihleri arasında yapılacak  47. etkinliğinin hem açılışında etnik tekno-rock grubu ‘No Smoking” ile yer alacak, filmlerinden görüntüler sunulacak, hem de Altın Portakal Uluslararası Uzun Metraj Film Yarışması’nın jürisinde yer alacak.

Nefret ve kin söylemini benimsemiyorum; gönlüme, ruhuma, mantığıma ağır geliyor ama, “ne işi var bu soysuz omurgasız  adamın Türkiye’de?” demekten de kendimi alamıyorum.

Aslını inkar eden haramzade..!

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Açıksöz Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

deneme bonusu veren siteler -
deneme bonusu veren siteler
- Goley90 - tiktok takipçi satın al - instagram likes - istanbul escort - mecidiyeköy escort - bakırköy escort - postegro - istanbul escort - Baywin - deneme bonusu veren siteler - deneme bonusu veren siteler - sahabet girişdeneme bonusu veren siteler -
deneme bonusu veren siteler
- Goley90 - tiktok takipçi satın al - instagram likes - istanbul escort - mecidiyeköy escort - bakırköy escort - postegro - istanbul escort - Baywin - deneme bonusu veren siteler - deneme bonusu veren siteler - sahabet giriş