Bu kavgayı etnik kimlik yada doğu batı ayrışmasına indirgerseniz, neticede kimse bundan kazançlı çıkmaz; her iki tarafta ağır bedeller öder, ülke kan kaybından mefluç duruma düşer. Belki küçük bir mutlu azınlık, kendi etraflarına ördükleri kalın duvarlar arkasına saklanıp üretim ve sermayeden kaynaklanan güçlerini muhafaza edebilirler. Ancak o kavgadan zafiyetle çıkmış tarafların tüketim gücü kalmayacağı için onların sermaye birikimi, üretim gücü de onları mutlu edemeyecektir. Beslendikleri ana damarlardaki kan kaybı, onların üretimden tüketime sundukları arz-talep dengesindeki bozulma ile, bugüne kadar sürdürdükleri mutlu azınlık üstünlüklerinin de sonunu getirecek, bu ülkenin nimetlerinden beslenmelerinin sonunu getirecektir. Geçmiş yüzyılların kendi vatanlarındaki dirlik ve düzenin korunmasına seyirci kaldıktan sonra yaşanan kaotik ortamdan kurtuluşu hicrette arayan bir sürü mutlu azınlığın acıklı hikayeleri ile dolu olduğunu birazcık tarih bilgisi ve sosyoloji kültürü olan her aydınımız yakinen bilir. Bilmeyenler için de, kütüphanelerin tarih raflarında onları bekleyen binlerce örnek var, alıp incelesinler.

 

Kısa vadede belki sermayedarlar, militarist söylemin getirdiği rant, siyasi mevzilerin muhafazası adına bazı çıkar adacıkları oluşturmaları mümkün olacaktır. Ama o mutluluk adacıklarını çevreleyen doğu ve batı ayrışmasındaki devası barış havzalarının iklimi bozulduğunda, o mutluluk adacıkları da cehenneme dönecektir. Bugün kısa gün karı diye bakılan, ama yarınların nelere gebe olduğunu düşünemeyen kısır görüşlülük ülkemiz insanının en şansız olduğu bir dönemin olgusu olarak kayıtlara geçecektir.

 

Ülke barışını isteyenlerin, yarınlara güvenle bakabilmeleri, gelecek nesillere daha mutlu bir ülke ve düzeni miras bırakmaları için, kendilerine ve bizlere yaşattıkları kısır çekişmeleri bir tarafa bırakmaları, kavga dili yerine barış dilini kullanmaları, gelecek adına en çok muhtaç olduğumuz şey.

 

Ne etnisitenin ötekileştiriciliği, ne aidiyetlerin dışlayıcılığından beslenen kin ve nefreti körüklemek olmamalıdır. Yitirdiğimiz bazı değerleri yeniden hayata kazandırarak, onların hayata bakış felsefelerini canlandırarak, sürüklenmekte olduğumuz kaosun getireceği büyük felaketleri frenlemek, zaman içinde de önlemek belki mümkün olacaktır.

 

Bize kılavuzluk edeceğini düşündüğüm örneklerden sadece iki ismi hatırlatayım. Bu ülke insanının kültür kodlarına sinmiş onlarca bilgeden bahsedebilirim; Hacı Bektaş-ı Veli’sinden tutun Yunus Emre’sine, Şeyh Edebali’den Akşemşettin’e, Osman Bey’inden Fatih’ine.. her biri kutup yıldızı gibi yol ve yön gösteren geçmişimizin yıldızları. Ama buradaki hamaseti de aidiyetleri taşıdıkları saygınlıklarına toz kondurmadan bir kenara koyup, yaşadığımız dönemin yarınları için iki örnek isim üzerinden bir hatırlatmada bulunmak istiyorum.

 

Yaşadığımız çağ itibariyle artık ne doğuda bir Ahmed-i Hâni (Ehmedê Xanî), ne batıda bir Mevlana’mız olmadığına göre, günümüz liderlerinin hiç olmazsa kendileri onlar gibi olamıyorlarsa da, onların “hikmet ve bilgelik dili”ni pekala yeniden hayatın vazgeçilmezleri arasına almaları gerektiği kanaatindeyim.

 

Umudumu canlı tutan, bundan tam bir yıl önce (03.09.2009) Ak Parti 3. Olağan Kongresi’nde Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın o meşhur konuşması.

 

Başbakan’ın kongredeki sözleri şu şekildeydi: “Şunu tüm samimiyetimle, bütün hasbiliğimle ifade ediyorum: Bu ülkenin tarihinden, Ahmet Yesevi’yi, Hacı Bektaş’ı, Pir Sultan’ı, Hacı Bayram Veli’yi çıkartmaya kalkarsanız, onları görmezden gelirseniz, onları yok sayarsanız, bu ülke öksüz kalır, yetim kalır, köksüz ve dayanaksız kalır. Yunus Emre’siz bir Türkiye dilsiz kalır. Mevlana’sız bir Türkiye ruhsuz kalır. Sabahat Akkiraz’a kulak vermeyen, dinlemeyen Türkiye türküsüz kalır. Tatyos Efendi’yi yok sayan Türkiye’nin besteleri yarım kalır. Cem Karaca bu ülkenin hasretini çektiği kadar, bu ülke de Cem Karaca’nın hasretini çekti. ‘Hoşçakalın İki Gözüm’ diyen Ahmet Kaya’ya vefa göstermeyen Türkiye’nin şarkıları eksik kalır. Nasıl Mehmet Akif’siz bir Türkiye tahayyül edilemezse, Nazım Hikmet’siz bir Türkiye eksik sayılır. Seversiniz sevmezsiniz, beğenirsiniz beğenmezsiniz, görüşlerini kabul edersiniz etmezsiniz ama Ahmed-i Hâni’siz, Bitlis’li Said-i Nursi’siz bir Türkiye’nin maneviyatı noksan kalır. Biz, bu ülkenin tüm renkleriyle, bütün çiçekleriyle, bütün kokularıyla, dağları, taşları, ırmaklarıyla Türkiye’yiz”.

 

Sözün özü; doğusuyla batısıyla, coğrafyasıyla barışık kişilerin sağcı yada solcu olması değil derdim.. benim derdim; hızla sürüklenmekte olduğumuz kör bağnazlığın tüm barış havzalarımızı kurutmasına isyanımdır. İnsanımıza ruh, akıl ve sevgi üçgeninde, bu barış havzalarına ahlak, din, ilim ve akıl yolunda heyecan katarak yeni ufuklar açacak susamışlığa özlem ve ihtiyacı dile getirmek.

Bu kavganın galibi olmaz

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Açıksöz Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!