“Edebi kimden öğrendin?” sorusuna verilen “Edebi, edepsizden öğrendim” bilgece bakış açısını günümüz İslam algısına uyarlarsak, sanırım şöyle bir tablo ile karşı karşıya gelinmesi kaçınılmaz olur: Günümüz Türkiye’sindeki İslam anlayışı, özellikle 1950 öncesinin din karşıtlığına oturtulmuş katı faşizan diktatörlüğüne karşın 1950’lerden sonra gelişen İslami algının ve arayışın, popüler laiklik çemberini aşarak, kökenini arama çabaları sonucunda varılan tüm renkleri ve varyasyonları ışığında topyekün kucaklayıcı bir anlayış bütünlüğüdür.

 

Bu bütünlüğün karşısında kemikleşmiş bir devlet ideolojisinin kendi din karşıtlığını perdelediği laiklik söylemi ve bunu gündelik pratiğe indirgeme misyonuna sahip, İslam algısını toplumsal alandan bütünüyle kaldırmada ve karşıtlıktaki bileşenleri; farklı renk tonları taşısalar da, sonuçta aynı odaktan çıkan ideolojik söylemin yansımalarını kitlelere aşılama/benimsetme ve bir yaşam biçimi olarak özümsetmeye çalışan gazete, dergi, sinema, tiyatro, şiir, roman ve sonradan aynı kulvarda yerini alan tv yayınları olarak sıralamak mümkün.

 

Tüm bu mecraların, kamuoyu oluşturma, hayatın nasıl yaşanması gerektiğine dair bugünün deyimi ile toplum mühendisliklerini irdeleme elbetteki bir köşe yazısına sığacak kadar küçük bir çıkın olamaz. Bunları irdelemeye kalkıştığımızda, ansiklopedik birikimin yetersizliği karşısında oturup saçınızı başınızı yolmanız, yada kafayı sıyırmanız işten bile değildir. Onun için ben o boyutu, tüm müktesebatı ile  ilgili akademik çevrelerin inceleme alanına bırakıp sadece yaşadığımız bu günlerdeki bir haddini bilmezliğin çirkin yüzünü gösteren edepsizce bir saldırının bilinmesine dikkatleri çekmek istiyorum.

 

Kurulduğu günden beri, kendini Türkiye laikliğinin medya kalesi olarak konuşlandırmış, 60 yıllık yayın hayatında İslam karşıtlığı ekseninden hiç sapmamış olan Hürriyet gazetesinin son fetvacısı Özdemir İnce’nin 24 Temmuz 2010 tarihli yazısını okuduysanız, sanırım neyi anlatmaya çalıştığım daha iyi algılanacaktır.

 

Kısaca özetlemem gerekirse, Özdemir İnce, o köşe yazısında, Türkiye’nin Selman Rüştü’sü olarak bilinen Turan Dursun’un bıraktığı boşluğu doldurmaya aday olduğunu bir kez daha gündeme getirmiş oluyor. “İslam ve İktisat” başlığını koyduğu yazısında, tıpkı Batıdaki Hıristiyan İlahiyatında yetişmiş, her birine iliştirilmiş uluslararası akademik unvanlarla İslam’ı dejenere etme adına sürdürdükleri Oryantalist çabaların yerli, kaba ve çirkin bir kopyası olarak, İslam’ın temel kaynağı Kur’an ayetlerine ve Peygamber Sünnetine saldırarak bir kez daha “ben buradayım” demek suretiyle “bayrak gösterme”(*) cüretinde bulunuyor, yazısına konu ettiği ayetleri ve Peygamber Sünnetine atıfları, kendi yoz ideolojisi ve misyonu uyarınca yorumluyor. İslam’a saldırı nöbeti depreştiğinde yada şartlandırıldığı zil çalıp dürtüleri baskıladığında, bunu zaman zaman hep yapıyor.

 

Bilebildiğim kadarıyla, İslami bilimler alanında hiçbir eğitimi olmayan, başta Kur’an olmak üzere İslam’ın temel kaynaklarının yazılı olduğu dil orijininden habersiz, hatta daha vahim ve içler acısı olanı; din terminolojisine Oryantalistlerin aksine, -ki Onların hepsinin mükemmel Arapça bilgileri ve İslami kavramlara vakıf birikim ve hakimiyetleri yanında- karanlık bir kör cehaletin içinde olan İnce’nin din ilimleri sahasında tahsili olmayan bir insan olarak, Kur’an hakkında bu tarz fikirler ileri sürmesi, sadece cehalet gösterisi değil, aynı zamanda haddini aşan bir terbiyesizliktir, bir pervasız saldırganlıktır.

Yazısına referans olarak aldığı argümanları, Turan Dursun’un “Din ve Seks” (Berfin Yayınları) adlı ilginç kitabında dayandırıyor olması bile, konuyu dayandırdığı anlayışı yeterince ifşa ediyor. Bunu, Türkiye’de “egemen medya” gazetecilerinin sebep olduğu veya sessiz kaldığı haksızlıklar ve genel olarak medyada yaşanan hak ihlallerinden bir klişe örnek olduğunu gördüğüm olumsuzluğun yaygın bir toplumsal karşılığı olmadığını not düşmem gerekir kanısıyla sizlerle paylaştım. Eğer Hürriyet’in fetvacısı, vahyin değiştirildiğine, Kur’an’dan çıkarmalar veya eklemeler olduğuna inanıyorsa, bu onun kişisel inancı/kanaati der geçerdim. Tıpkı Ku’an’da ifade edildiği gibi; “Senin dinin sana, benim dinim bana” buyurulduğu gibi. Ama O, bu söylemi gazete köşesine taşıyorsa, bu konudan doğan tepkilerimizle de artık yüzleşmeli, kutsallara saldırının demokratik hür düşünceden doğan karşılığını da görüp hazmetmeli diye düşünüyorum. Terbiyesizliğin/pervasızlığın/saldırganlığın sınırsız özgürlükler getireceği yanılgısının, meşruiyet sınırını çevreleyen duvara toslamakla kendine geleceğine inanıyorum.

Laik Fetvacı Özdemir İNCE..

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Açıksöz Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!