Bir anlamda kul tarafından yaratanına karşı, hem acz-i
itiraf hem de kulun yaratanını tazim ve hürmetle anması anlamında dua
sığınağımızdır. Kul saygıyı gösterecekse ( elbette göstermelidir) bunun ilk
makamı ve tek makamı Rabbine olmalıdır. İşte tam bu noktaya kulluk bilinci ya
da kulluk şuuru denk gelmektedir. Kulun, Rabbinden lütuf ve ihsanı arzu etmesi,
O’ndan gelebilecek tüm nimetleri celp etmek için gayret etmesi, ancak kulun
aczini itiraf ederek, yalvarıp yakarışmasıyla mümkün olacaktır. İşte bu noktada
dua devreye girmektedir.

O takdirde akla gelen en mantıklı suali sormakla
mevzunun içine dalmak istiyorum.

Dua nedir?

Dua, kulun kendi pozisyonunu enlem ve boylamlarıyla
belirleyip, kendi hudutlarını tayin ederek bir manada vaziyet almasıdır. Kul
hazırdır. Bir bir ihtiyaçlarını ve eksikliklerini belirlemiştir. Ne yapacağını
ve nasıl davranacağını iyi bir şekilde hesap etmiştir. Rabbinin de en mükemmel
olduğuna inanarak Yaratanı ile bilavasıta iletişim kurması gerektiği şuuru ile
hareket etmektedir.

Bu manada dua, karanlık ve karışık gibi görülen bu
âlemde her şeyi yerli yerine koymak için sahibimizle iletişim kurmanın adıdır.
Kulun bu karmaşık âlem içinde yolunu ve istikametini bulmasıdır.

 Dua, kopan
bağların yeniden tesis edilmesi, kesilen hatların tekrar bağlantısının
sağlanmasıdır. Zira duasız İslamî bir hayat düşünülemez. Dua ile Yaratıcıya
yönelemeyen gönüller, huzur ve sükûnete eremez. Dua ile barışık olmayan
Müslüman, kulluk şuuruna nail olamaz. İşte bu iklime giren kişi hem kalbini ve
hem de gönlünü yolculuğa ve yolculuğun sonundaki vuslata hazırlamalıdır.

İnsanlığın öğretmeni bizlere nasıl dua edeceğimizi de
öğretmiş ve kendisi sığınması gerekene ve sığınılması gerekli olanları da
sayarak bir manada yol göstermiştir. Ramazana girmeden hatırlatma sayılacak bu
dua ile başlamak istiyorum. Bu sayede ramazanla açılan kapılardan mahrum
dönmeyelim istiyorum.

Hz. Enes b. Malik (r.a.)’den rivayetle, Allah Resulü
(s.a.s.) şöyle dua ettiği rivayet olunmaktadır:

’Allah’ım! Acizlik, tembellik, korkaklık,
cimrilik ve yaşlılıktan sana sığınırım. Kabir azabından, hayat ve ölüm
fitnesinden de sana sığınırım.’’
(Buhârî, Cihad, 25; Müslim, Zikr, 52; Tirmizi, Daavât,
71; Nesâî, İstiaze, 6)

Görülmektedir ki peygamberimiz(as), acizlikten Allah’a
sığınmıştır. “Neden acizlikten sığınmıştır?” sualine elbette makul bir
cevabımız vardır. Acizlik kişiyi, başarıya götürmeyecek ve onu daima yenik
vaziyette bırakacaktır. Kısacası acizlik başarı için büyük bir engeldir. İnsan
ne zaman aciz olur? Kendisini yetersiz bulduğunda acizlik hisseder. Hâlbuki
müslüman bilir ki başarı ve sonuç Allahın elindedir. Kul sadece azmeder, niyet
eder, yola düşer ve niyetinin halisliği ölçüsünde başarı ve sonuç hayır olur.

Bunun akabinde tembellikten Rabbe sığınmıştır.
Tembellik hastalıktır, bu hastalık hayatın israfıdır. Dünya ve içindekileri
bize ahreti kazanmamız için verilmiş büyük bir hazinedir. Bundan dolayı dünya
ve ahiret huzurumuz, bize verilen bu değerlerin yerli yerince kullanmasına
bağlanmıştır. Zamanların ve mekânların kıymeti bilinmeyip vakitleri israf
edilecek olursa kumarbaz bir kişi gibi sonu hüsrana dûçâr olur.

Tembellik göstererek kendisi için biçilmiş bu
fırsatları hakkıyla ve yerinde değerlendiremeyenler, boş işlerle meşgul olanlar
elbette pişman olacaklardır. Tembellik hastalıktır. Hem de küf gibi, pas gibi
bir hastalıktır. İnsanı yavaş yavaş içten içe eritir ve yok eder.   İnsanı, çalışmaktan daha çok eskitir.

Korkuya gelinde korku iki kısımdır. Biri Allah korkusu
diğeri ise mâsivâ tabir edilen Allah dışında her şeyden korkmaktır. Allah
korkusu kişiyi Rabbine daha fazla sığınmaya sevk ederken, işlerinin ve özünün
doğruluğuna sebebiyet verir. Dolayısıyla bu doğru bir davranıştır. Sonu da
kurtuluştur. Diğeri ise mâsivâdan kurmaktır ki bu insanı korktuğu diğer şeylere
kul, köle kılar. Bu ise hüsranın ta kendisidir. Allah’tan mâda her şeyden
korkanlar gerçek manada korkaklardır. Bu ıssız dünya da köle gibi
yaşayanlardır.

Fani olan âlemde insan neden cimrilik gibi bir
hastalığa düşer ki çünkü istemese de bir gün elindekiler yok olacaktır.
İstediği kadar biriktirsin ne çıkar bir gün hepsi kendisini terk edecektir. Ya
da o biriktirdiklerini bizatihi kendisi terk edecektir. Cimrilik hastalı
zannedildiği gibi yoksulluktan değil, daha çok zenginlikten kaynaklanır. Aslı
itibarıyla cimriler, kötü bir bekçi gibidirler. Başka bir ifade ile varislerine
kasadarlık yapan emanetçilerdir. Mirasçıları ya onların kadr-ü kıymetini
bilirler ya da onlara lanet okuturlar.

Rasülü zi şanın sığındığı bir başka husus
ihtiyarlıktır. İhtiyarlıktan kaçış olamaz. O hâlde insan, ihtiyarlık gelmeden
önce gençliğini iyi değerlendirmeli ve Allah’ın rızası doğrultusunda
yaşamalıdır. İhtiyarlığın beraberinde getirdiği güçlüklerden de Allah’a sığınmalıdır.
İhtiyarlığının rahmet olabilmesi için gençliğinin baharında ekip biçmeli ve
ihtiyarlayacağı günler için hasat etmelidir. Yoksa ihtiyarlık azap olur. Bunun
için genç kardeşlerimiz daha çok ramazan gelir o zamanlarda değerlendiririm
dememeli tam tersine hazırlık yapmalıdır. Yarıncıların helak olacağını
bilmelidir.

Kabir azabı, birçoğumuzun düşünmediği bazılarının da
direk inkâr ettiği mühim bir akıbettir. Hayat ve ölüm fitnesi de her Müslümanın
sakınması gerekli hususlardandır. Hayatı var eden Allah ölümü de var edendir.
Madem ölüm var onun için akıllı olan kişi hazırlık yapmaz mı? İşte bizim için
büyük bir fırsat yaklaşmaktadır. Ramazan senin ramazanın bırak başkaları ne
yapıyorsa yapsınlar sen kendi kabir evini şimdiden aydınlat. Önceden göndermen
gerekenleri vakit geçmeden hazırla.

Vuslatı ramazan, ramazanı vuslat bilenlere selam
olsun.

KULDAN ACZ-İ İTİRAF

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Açıksöz Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!