Adil miyiz?

Bireysel, özel, genel, sosyal ve yönetimsel anlamda Allah (cc) ın koymuş olduğu en önemli ölçülerden bir tanesi de adalet değil midi? Zira hayatların dengede kalması, haksızlıkların önlenmesi ve kargaşaların engellenmesi adına; ne kadar da muhtacız onun gerçekleşmesine. Öyle değil mi? Adalet nedir sorusuna çoğumuz; hakça bir hayat yaşama, adil paylaşım ve herkesin birbirinin hukukuna riayet ettiği düzenin varlığı olarak tarif eder. Adaleti tesis eden kanun ve nizamlar silsilesine de biz hukuk sistemi diyoruz elbette. İnsanların yasalardan gelen hakları olduğu gibi bizzat kendi varlıklarının, diğer insan ve canlılar ile iletişimlerindeki hukuku da adaletin ana içeriğini oluşturuyor.

O zaman “adil miyiz?” sorusunu da kendimize sormamız kaçınılmazdır. Şayet adaletten söz edeceksek! Bizim, kurum ve kişilerden adalet beklentimiz en yüksek düzeyde olduğuna göre; “biz başkalarına adil miyiz” sorgusunda olmak, adalete bakışımızın da ipuçlarını verir. Devlet yönetimi olarak adil bir sistemin önemi kadar, bireysel adalet de oldukça önemlidir. Zira sosyal yapı insanlardan oluşmaktadır. Birey, sübjektif olarak kendisine adil davranabiliyorsa kendiyle ve çevresiyle de barışıktır…

Elbette adalet çok yönlü tartışılacak bir konudur. Sadece yazılı kaynaklarda karşılığını bulmaz. Toplumun genel geçer kabul ettiği, fiili olarak hayatta uygulanan kural halini almış normlarda adaletin içindedir. Öyleyse bireysel adalet diye sözünü ettiğimiz iç ve dış barışın tesisi için; her türlü diyalogun, eylemin ve fiilin hak ve hukuk çerçevesinde gerçekleştiği bir yapıda olması gerekir. Yazılı, sözlü ya da devlet otoritesi ile tesis edilmesine bakılmaksızın geçerli saydığımız, bireyin kendi vicdanında kabul gören ve hakça benimsenen her şey adalettir.

Adaletin iyi çalışmadığı ya da geç çalıştığı yönetimlerde biz biliyoruz ki, insanlar kendi adaletlerini kendileri tesis etmeye çalışıyorlar. Bu da başka adaletsizliklere yol açıyor. Hayat öyle başıboş değildir. Bir arada yaşama ihtiyacı içinde olan insan, bir arada yaşamak istediği ailesiyle, çevresiyle ve toplumla barışık olmak durumundadır. Ailenin ve toplumun üyesi olmak, kişiye bireysel sorumluluk yükler. Kendi ailesi, eş, dost ve çevresinde insanın sorumluluk alanları vardır. Birisi için hak gibi görünenin diğeri için sorumluluğu olduğu kadar, bu hak ve sorumlulukların tek taraflı görülmesi, pek tabii ki bencillik değil midir? Herkesin herkesten beklentileri olduğu kadar sorumlulukları da olacaktır. Bir hakkın kullanılması, başkalarının hakkını gasp etmemelidir. Size göre de öyle değil mi?

Adalet denilince işin içine; kanaat, vicdan ve içsel boyut da girmektedir hiç şüphesiz. Herkes bu yönüyle kendini eğitmeli, geliştirmeli yakınlarına ve topluma karşı sorumluluk hissetmelidir. Bir kusur olduğunda hep dışa dönük değil, kendisinde de kabahat payı arayabilmelidir. İlla ki yasalarla sağlanan bir denetim de değildir adalet mekanizması. Hoş görünün ve insan olma onurunun güvenilir bir şekilde ve yaşam içinde sağlanması için, her birey ortak sorumluluk almalıdır. İnsanın adalete uygun davranması için ille de yasaların zorlamasına ve emniyet birimlerinin denetimine ihtiyaç bulunmasa gerektir! İç-öz denetimle, vicdani ve akli sorumlulukla bu mükellefiyetler yerine getirilebilmelidir.

Bu sorumluluk, aynı zamanda kim olduğumuz, ne olmak istediğimiz ve nereye varmak istediğimizin de karşılığına denk gelir. İşte her türlü sorumsuz davranış, söz, fiil veya eylem, hakkı çiğnenen insan demektir. Çevresine karşı cürüm ve eziyet demektir. Kendine hak gördüklerini başkalarının hakkına girerek elde eden kişi, zulüm yapan kişidir. Kendini farklı bir yerde görüp, dünyanın merkezi benim diyerek üst perdeden takılan, başkalarını da kendine kul yapmak isteyenin vay haline! Adaletin keskin kılıcı bir gün gelip, zalimlerin de kolunu kanadını kesecektir…

Adil miyiz?

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Açıksöz Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!