AHLAKLI KALABİLMEK (2)
Ahlâkın dışa bakan boyutu, insanın kendi dışındaki varlıklara ve insanlara karşı tutum ve davranışlarını belirler. Bütün İslâm düşünürlerinin üzerinde ittifak ettiği üzere insan yalnız bir varlık olarak yaşayamaz. Başkalarıyla beraber olmak, dayanışma içinde şehirler ve medeniyetler kurmak insanın fıtratından gelen bir özelliktir. Nitekim İslâm dininin hac, zekât, sadaka gibi amelleri de ancak diğer insanlarla beraber olduğu zaman gerçekleşebilir.
İnsan sosyal bir varlık olduğu için onun diğer insanlarla bir arada nasıl yaşayacağı da ahlâkın temel sorularından ve konularından biridir. Burada da aslolan insanın ahlâkın temel ilkelerini kişisel çıkarlarının, nefsinin ve hevasının üstünde tutabilmesi ve yüksek bir ahlâkî karaktere sahip olmasıdır. Bunu başaran insan hem kendi iç huzurunu muhafaza eder, hem de diğer insanlarla olan ilişkilerinde ölçülü, adil ve hakkaniyetli olur.
İnsanın iç ve dış ahlâk-maneviyat dünyasını besleyen yegane kaynak, Cenab-ı Hakk’a olan yakınlıktır. Diğer bütün unsurlar geçici ve izafidir. İlahi varlık düzeniyle dikey bir irtibat kurmadan bu dünyada ahlâklı olmak mümkün değildir. Zira insanın zayıf ve acul tabiatı buna izin vermez. İyi davranışları olduğunu düşünen bir insan hiç farkında olmadan kibre kapılabilir. Alçak gönüllülük adına riyakârlık yapabilir. Adalet adına kendi çıkarlarını savunabilir. Hakkı teslim etmek adına öfkesine kapılıp zulüm işleyebilir. Bütün bu rezaletlerin önüne geçmenin yolu, Cenab-ı Hak ile irtibatı sağlam tutmak ve güzel ahlâk timsali Hz. Peygamber s.a.v. Efendimizin yolunu takip etmektir.
Bu ilkeleri yaşadığımız şu modern kapitalist hayatta gerçekleştirebilir miyiz? Bu soru hepimiz için hayatî önem taşıyor. Modern dünyanın gerçek yapısını tanımadan ahlâklı bir hayat sürmek mümkün değildir. Çünkü modern yaşam tarzı, her gün ahlâkî değerlerin altını oymakta, sıradan ve süflî yaşamayı idealize ederek erdemli hayatı anlamsız ya da ulaşılamaz bir hedef haline getirmektedir.Ahlâkın içe ve dışa bakan iki yönünün olduğunu söyledik. Bu iki alanda da bizim Kur’an temelli ahlâk öğretimizle modern hayat anlayışı arasında köklü bir çatışma bulunmaktadır. Bunu biraz açalım:
Her şeyden önce modern düşünce insanın iç-manevi hayatını, psikolojiye indirgemiş durumdadır. İnsanı “alem-i sağir” yani küçük alem olarak gören geleneksel düşüncenin tersine, modern bilimler insanı bir takım biyolojik terkiplerden ve içgüdüsel davranışlardan ibaret bir varlık olarak tanımlamaktadır. Bu yüzden de insanın manevi hastalıklarının ya ilaçla ya da psikolojik terapi ile çözüleceğine inanmaktadır.
Moderniteye göre insanın iç dünyası yıkıcı arzulardan ve güdülerden ibaret karanlık bir dünyadır. Orada
insanın yüzünü ağartacak bir şey yok. Hatta insan normal şartlarda o dünyanın kurallarını uygulasa ortada insanlık diye bir şey kalmaz. Kısmen doğru olan bu tespit insanın bütün gerçekliğini yansıtmıyor. Çünkü Cenab-ı Hak insana “fücur”u verdiği gibi ona “takva”yı da vermiştir. İnsanın fıtratı özünde temizdir ve fıtratın bu temiz tabiatını takip eden insan, şüphesiz felaha ulaşır ve temiz, ahlâklı ve erdemli bir hayat yaşar. Fakat modernite bu gerçeği kabul etmek istemiyor. Nedeni ise basit: Çünkü iç manevi dünyayı, kontrol edemediği bir alan olarak görüyor. Modernitenin temel kurallarından biri kontroldür. Tabiatı, insanı, evreni, gökleri kısacası her şeyi kontrol etmek isteyen modern zihniyet, bu kuralı bozan her şeyi şu ana kadar geri, çağdışı, dogmatik olarak yaftaladı ve yaftalamaya da maalesef devam ediyor.
Modernitenin ahlâk anlayışı bireyi merkeze aldığı için, ahlâkî değerlere sağlam bir temel bulamıyor. Bireyin ve toplumun üstünde, aşkın ve metafizik kaynağa dönüş ise sanki geriye atılmış bir adım gibi telakki ediliyor. Bu yüzden hakikat, adalet, özgürlük, diğergâmlık, müsamaha, muhabbet, dostluk gibi değerlerin ne manaya geldiği, zamana ve mekana göre nasıl farklılıklar arz ettiği vs. konularında uzun tartışmalar yapılıyor. Fakat sonuçta modern düşünce, birey-merkezli düşünce alışkanlığından kurtulamıyor.
Modern dünyada ahlâklı kalmanın zorlukları sadece iç dünyamızla sınırlı değil. Dış dünyada yaşanan olaylar da ahlâkî değerleri ve erdemleri adeta işlevsiz, cılız ve içeriksiz kavramlar haline getiriyor. Okulda, camide, kürsüde gençlere ahlâklı olmaları salık veriliyor ama yaşadığımız gündelik hayatın ne kadar ahlâkî olduğu sorgulanmıyor. Bunu sorgulamaya çalıştığınızda, mesela ahlâksızlığı, alkol bağımlılığını, zinayı eleştirdiğinizde hemen gericilikle, yobazlıkla, dar kafalılıkla , hangi çağda yaşıyoruzla suçlanıyorsunuz.
Ahlâk yaradılış ile ilgilidir. Ahlâk aynı zamanda bizim dışımızdaki varlıkların tabiatına da saygı duyma ameliyesidir. Fakat bu da modern dünyada giderek zorlaşıyor. Zira modern bilim ve teknoloji, eşyanın tabiatına her gün müdahale ediyor ve yapay bir dünya oluşturuyor. Eşyanın tabiatı sabit kalmadığı için, insanlar neye nasıl davranacaklarını da bilemiyorlar. Artık hiçbir şey hakikat terazisinde değerlendirilmiyor. Yapılan bir işin, gösterilen bir davranışın hakikate uyup uymadığı sorgulanmıyor. Bunların “işe yarar”, “elverişli”, “pratik”, “faydalı” , “para kazandırıp kazandırmadığı” na bakılıyor. Bunun doğurduğu korkunç sonuçlardan biri ahlâkî değerlerin araçsallaştırılmasıdır. İnsanlar artık bir şeyi doğru olduğu için yapmıyorlar. Faydasından dolayı yapar hale geliyorlar. Kötülüklerden kötü olduğu için uzak durmuyorlar, muhtemel cezasından ve müeyyidesinden dolayı kaçınıyorlar.
Yani kalben ve samimi olarak ahlâklı ve erdemli olmayı tercih etmiyorlar. Tersine başka faydalar elde etmek yahut zarardan korunmak için bu yolu tercih ediyorlar. Bunun insan ruhunda doğurduğu ikilemi, nifakı, çelişkiyi kestirmek zor değil. Kendine karşı dürüst olamayan bir insanın başkalarına karşı dürüst olması mümkün müdür?
Ahlâkî değerleri sistematik bir şekilde arındıran bir dünyada biz ne yapabiliriz? Ahlâkımızı, izzetimizi, maneviyatımızı nasıl koruyabiliriz?
Umutsuzluk, mümin kişinin vasfı değildir. İnanan kişiye en zor anlarda bile inayet kapıları açıktır. Yeter ki biz istemesini bilelim ve hayrı talep edecek iradeyi gösterelim. Modern hayat tarzının yıkıcı etkilerine karşı her şeyden önce iç dünyamızı tahkim etmemiz ve kirli havanın oraya girmesini engellememiz gerekiyor. Bunun tek yolu, Cenab-ı Hak ile bağımızı, ünsiyetimizi, kurbiyetimizi sağlam tutmaktır. Bizim koruyucumuz Allah olduktan sonra her tür zorluğa göğüs gerebiliriz. Bu, iç huzurumuz ve manevi mutluluğumuz için de gerekli bir şarttır.
Dışarıya karşı da her an teyakkuz halinde olmamız gerekiyor. Modern yaşamın dünya hayatını bir sahte cennete çevirme projesine karşı dikkatli ve uyanık olmak zorundayız. İnsan, bu dünyadan daha yüksek bir mertebeye sahiptir. Bireyin haklarının korumak, yetenekleri geliştirmek, özgür olmak, vs. adına sıradan hayatı kutsamak ve estetize etmek ve ardından ahlâkî çöküntüyü “insanî bir durum” gibi göstermek, çağımızın en büyük yanılgılarından biridir. Buna karşı bizim ahlâk referanslarımızı sağlam bir şekilde oturtmamız gerekiyor.
Modern dünyada ahlâklı olmak ve ahlâklı kalmak, zor bir iştir. Bu, her daim akıntıya karşı kürek çekmektir. Fakat müminin bu yüzyıldaki imtihanı da budur. Mevlâ hepimizi bu imtihanda başarılı olan kullarından eylesin.
Yorumlar kapalı.