Her yıl dönüp dolaşıp yine geliyor. Sanki zamanın kendisi de yorulmuş, gelip yılın sonuna yaslanmış gibi. Bir yıl boyunca biriktirip taşıdığı sırların, yarım kalmış duaların, bitmemiş cümlelerin, vedasız ayrılıkların yükü omuzlarında. Hiçbir şey sadece bittiği için bitmemiş, hiçbir şey de sadece başladığı için başlamamış gibi. Ne ansızın kabuk bağlar yaralar ne de sökülür. Aralık, bir sınav sonucunun açıklanmasına benzer. İnsan bu ay da kendisiyle konuşur, düşüncelerini tartar, kalbinin ağırlığına dokunur.
Bir hafıza kuyusu gibidir aslında o. Yükünü bırakır omuzlara. Kendinle yüzleşme vaktinde, ‘hesap burada’ diyerek kalbine iç muhasebesi yaptırır. En acımasız hâle bürünür bu tarafsızlığı ile. Çünkü kendimize karşı dürüst olduğumuz an,
cehennemle cennet arasında bir çizgi beliriyor. İşte ruhumuz tam o çizgide duruyor. Bu noktaya geldiğinizde ne geçmişin ateşinde yanıyorsunuz ne de geleceğin serinliğinde dinleniyorsunuz. İkisi arasında bir yerde duraksıyorsunuz. Bu yer tam da Aralık işte. Geçmişin gölgesinin en uzun düştüğü yer. Sessiz, ağırbaşlı, ne dediğini bilen bir umutla seyre dalıyorsunuz olup biteni.
Bazen de takvime değil, kendi yorgunluğuna bakarak anlıyor insan hangi ayda olduğunu. Aralık’ın soğuk nefesi midir yüzüne değen yoksa ağustos sıcaklığı gibi midir hissedilen? Her nerede olursa olsun mevsim, insanın içi hiç ölmüyor. Aralık’ın da umudu var pek tabi ki. Bir çocuğun sevinci gibi, bir ihtiyarın derin nefesi gibi. İçindeki sonsuzluğun bir parçası olarak. Mevsim soğuk olsa da içimizde açılmış yaralar ısıtıyor bu defa da içimizi. Yanmış ateşler sönse de külleriyle konuşuyorsunuz bu tarafta olduğunuzda. Çünkü o tortuda bir koca mazi saklanıyor. Ayrılık ise vuslatın erken yüzü olarak karşımızda duruyor. Vuslat, ayrılığa sabreden kalbe bir müjde umudu olarak tamamlanırken ruhunuz daha üst bir yerde, aklınızla barış sağlamaya yardımcı oluyor.
Evet Aralık! Tamamlanmayı bekleyen yarımlar mevsimi gibi. Adı üstünde nice ideale, beklentiye veya umuda ara verilmiş. Bu vakte gelinceye kadar nice hatıra birikmiştir. Kimisi sesini, sözünü yahut yüzünü unuttuğumuz, hatırlayamadığımız insanlar. Kimisi de bir köşeden size bakıp da hiçbir şey söylemeyen anılar. Her Aralık geldiğinde içimizin karanlık odalarından geçiyoruz. Bu tekrar, bir yaş daha almaya vesile olurken ömürde, bir ritüel halini de alıyor dünya seferinizde. Bazen de iç tefekkür vesilesi olarak bir tür manevi temizlik başlıyor öykünüzde. Kim döndü benden? Ben kimden ve neden döndüm? Ne yarım kaldı? Ne tamamlandı sandım? Hangi duamın kapısı hâlâ aralık? Kime kırıldım? Kim beni kırdı? Hangi yanımı affetmeyi hâlâ erteliyorum..?
Bu soruların cevabı aranmadan yeni yıla geçiş yapılıyorsa şayet, klasik bir rutinin tekrarından öteye geçmeyecektir hayatımız. Bir fark meydana gelmeyecektir yaşantımızda. Ruhun özgürlüğüne yelken açılamayacak, nefsin esaretinde patinaj yapmayı sürdürecektir insan. Aralık’ın ıslak soğuğu ile içimizin yanığını yine ferahlatamayacağız demektir. Aralıkta ara veremeyeceğizdir bu körlük halimize. İnişli çıkışlı serüvenimizde yaşam öykümüze nefes aldırıp yenilenemeyeceğiz tekrardan…
Hesaplaşmanın en doğru zamanı takvimin son günleri değil ise şayet ne zamandır? Hüzünle hesabı birleştirip yeni bir kapı aralamanın zamanı gelmeli artık. Çünkü halen bir fırsat daha var. Mevsimin adı kış olsa da ay’ın adı Aralık.


Yorumlar kapalı.