BİR ODAYI DOLDURACAK ADAMLARDAN…

Müminlerin Emiri, adaletiyle ve
cesaretiyle Ömer olan,  Hz. Ömer(r.a.)
efendimizin işaret buyurduğu adamlardan isterim. Adam gibi adamlarım olsun
isterim. Sureti adam görünümlü içi Yahudi bozması adam değildir kastım. Ya da
dışı Yahudi görünümlü, içi ise müslüman olan adamlardan da değil. İçi de
Müslüman dışı da Müslüman olan adamlardan isterim. Bunun en bariz belirleyicisi
işte oruç iklimidir. Tam bir samimiyet ayıdır. Ya şeytanını bağlayacak ve
ramazanlaşacak ya da şeytanıyla beraber aç kalacak ve payına “hebâen mensurâ”
cinsinden boş bir açlık kalacaktır.

            Hz
Ömer (r.a.) yanındakilere sormuştu:

    “Allah’tan
dilekte bulunsanız ne isterdiniz?”  diye.

            Yanındakilerden
biri de:

    “Bir
ev dolusu gümüş ya da dirhemim olsa da onları Allah yolunda tasadduk edip
harcasam isterdim.”  Dedi birisi.

            Bir
diğeri ise;

    “Bir
ev dolusu altınım olsaydı da onu Allah yolunda infak edip, atlar ve süvariler
görevlendirebilmeyi isterdim.” diye mukabelede bulunmuştu.

            Hz.
Ömer (ra) ise;

          
“Ben, tam aksine
belki bunları da isterdim ancak bunlardan daha önemlisini isterdim. En çok
istediğim şey, bu oda dolusunca, Ebu Ubeyde b. Cerrah(r.a.), Muaz b.
Cebel(r.a.), Ebu Huzeyfe’nin âzatlısı Salim gibi adamlarım olsun isterdim.
Sonra da bunların her birini Allah yolunda görevlendirmek isterdim.”
  buyurmuşlardı.

            Ne
güzel bir ders! Ne hoş bir işaret değil mi? Ne latif bir hedef gösterme değil
mi?

            İşte
hedef! Şuurlu müminler için söz söylenmiştir. Hedef bellidir. Bundan sonrası
için ama, fakat, lakin gibi mazeretler olmamalıdır. Plan projeler geliştirmek
senin işindir. Nasıl olacağını yine en iyi sen bilirsin.

            İşte
şimdi hazırlık yapmamız gerekmiyor mu? Müslümanların büyük planları olmalı
değil mi? Hani on yıllık planlarımız? Nerede yirmi yıllık planlarımız? Yüz
yıllık plandan mı bahsediyorsun? O, olsa olsa, Yahûdi’nin planıdır. Müslümanlar
plan yapmayı bırakalı neredeyse iki asır geçti. Söylenecek o kadar çok şey var
ki, anlayan anlıyor da anlamayana ne söylersen fayda etmiyor.

Ey yüreği temiz
kalabilmiş cesur yürekli dost!

            Gel
bu günden itibaren, beraber olalım. Birlikte hareket edelim. Ümmet-i Muhammedin
derdini konuşalım. Büyük büyük laflar edip, geleceğe dair planlar, projeler
geliştirelim. Belki sayımız bir ev dolusu adam kadardır. Olsun. Bir ev dolusu
da olsa eğer kalite varsa o insanlar yarının hakimi olacaklardır. Bizler
başarının sahibi değiliz. Muvaffakiyetler Rabbimizin elindedir. Biz
niyetlerimiz ve amellerimizle sınanacağız.

            Cesur
yürekli İnsan! Gün bu gündür. İşte zaman senin elinle şekillenecektir. Ağlamak,
sızlamak senin işin olmamalıdır. Sen Hz. Ömer’in işaret ettiği kişi olmalısın.
Yoksa Hz. Ömer de senden davacı olur, Hz. Ebu Bekir(Rıdvanullahi Aleyhim
Ecmein)’de senden davacı olur. Bu gün mazeret günü değildir, bu gün tembellik
yapma günü değildir, bu gün yan çizme günü değildir. Bu dediklerim senin işin
değildir.

            İnsan
elbette mazeret için sıraya girdiğinde, mazereti çok olacaktır. İnsanın hiç
bitmez mazeretleri vardır. Kâh zamanı suçlar, kâh imkânı suçlar. (Allahım ıslah
eylesin o insanı ki) Gün gelir, kendisinden başka doğruyu bilen hiç olmaz.
Mazeret mi istiyorsun al sana bir mazeret daha: “Hiç bitmeyecek işlerimden ve
de en önemlilerinden biri çıktı? Hay aksilik!

            Ya
da daha güzel bir mazeret buldum. O da: “Onların söyleyeceklerinden daha
iyisini ben biliyorum. Onlar, giderken ben, geliyordum. Bırak bu işleri dünyayı
sen mi düzelteceksin? Hatta sana bir tavsiyem: Fazla derinlere dalmayın
evladım! Boğulursunuz.  Bu işler, sizin
işleriniz değildir.” Daha neler… Neler…

            Bak!
Sen de gülümsedin değil mi? Aslında bunların hepsi bizim uslanmaz nefsimizin ya
da etrafımızdakilerin bizim için paketledikleri tatlı oyalayıcı masallarından
ibarettir.

            Kıymetli
Dost!

            Çare
bizdedir. Sorun gibi görülen sûrî hastalık da bizdedir. Bu konuda önderlerimiz
altın nesil, örnek nesil sahabe-i güzîn efendilerimizdir. Onlar tembellik ve
gevşeklik göstermediler ve gayreti asla elden bırakmadılar ve bu ekmel din
dünyanın dört bir yanına yayıldı. Yüz yirmi bin sahabe efendimizden o mübarek
topraklarda kalan kaç bin kişidir acaba?

            Onları
hicrete zorlayan ve yurtlarından ve rahatlarından eden sebep nedir acaba? Neden
adını ve sanını bilmedikleri memleketlere hicret etmişlerdir?

            “İ’layı
kelimetüllah” dediğini duyar gibiyim. Eyvallah!

BİR ODAYI DOLDURACAK ADAMLARDAN…

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Açıksöz Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!