DİLİMİZİ TERAZİYE KOYSAK 

Küçükken iki şeyi tekrar ederdi annem sürekli. İlki “Her doğru her yerde söylenmez.” İkincisi de “Eğri oturup doğru konuşmak gerekir…” Her defasında sorardım kendi kendime; “İyi ama nasıl? Nasıl hem doğruyu söyleyip hem de her doğruyu her yerde söylemeyeceğim?”

Bazı şeyleri büyüyünce anlıyor insan. Tecrübe edince, yaşanmışlıklar karşısına dikilince… Ve belki en çok da evlenince anlıyor insan annesinin ne demek istediğini. Evliliğin büyük bir denge işi olduğunu… Ve bu dengeyi sağlamak için terazinin bir kefesine daima dilimizi koymamız gerektiğini. Çünkü evlilikte ancak ölçüp biçtikten sonra ağızdan çıkan sözler “doğru yere” ulaşıyor. Ancak o zaman yapıcı oluyor sarf edilen ifadeler. Hem gönülleri yapıyor hem de yuvaya sağlam temeller atıyor. Ama olur da susmamız gereken yeri bilmezsek, doğru da olsa sözümüzü yanlış yer ve zamanda söylersek işte o vakit ağzımızdan çıkan her kelime ok misali saplanıveriyor karşımızdakine. Ve ne yazık ki kendi can acısıyla bizim canımızı acıtıyor muhatabımız. Yüzlerimiz asılıyor, gönüllerimiz kırılıyor, “muhabbetsizlik” yuvamızın hükümranı oluyor…

Yunus Emre’nin dediği gibi “Söz oluyor kesiyor savaşı, söz oluyor kestiriyor başı.” Bu sebeple konuşurken en iyi bilmemiz gereken belki de söylediğimiz sözün kendine nasıl bir görev üstlendiği olmalı. Sözümüz ilişkimizin celladı mı oluyor, yoksa savaşlara dur demeye gönüllü bir elçi mi? Söylerken sözümüzü, kurarken cümleleri ardı ardına, elimizle düzeltemediğimizi dilimizle düzeltmeye mi çabalıyoruz gerçekten? Hepimizin hayatının içinden, hepimizin gerçeği olan bir mesele bu… Konuşurken dengeyi tutturamamak… Kimi zaman gereksiz yere çok söylüyoruz kimi zaman da söylememiz gerekirken susuveriyoruz. Halbuki susmanın da konuşmak gibi bir adabı olmalı. İnsan ses vermesi gereken yeri de sus vermesi gereken yeri de çok iyi kavramalı. Kavramalı ki ilişkiler sağlam olsun. Eşimizle aramıza “sözden duvarlar” örülmesin.

Sevdiklerimi geçiriyorum gözlerimin önünden. Onların evliliklerini, ilişkilerini düşünüyorum. Aralarında sessiz anlaşmalar yapanlar, gizliden gizliye düşman olanlar, çok sevenler, çok küsenler geliyor bir bir gözlerimin önüne. Bir adam beliriyor misal zihnimde: Karısının her söylediğine azarlayarak karşılık veriyor. Amacı kızmak değil, ama tarzı bu! “Beni böyle kabul edin” diyor, “Ben başka türlü konuşmayı bilmem…” Bir kadın geçiyor sonra önümden. Kocasına sıkılmış canı, “Sen zaten neyi doğru yaparsın ki” diye başlıyor konuşmaya. Adam kızıyor bu söze, adam kızınca kadın daha çok söyleniyor, kadın söylenince adam daha çok… Sonra başka yüzler, başka evlilikler hızla geçiyor bir siluet gibi. Bir çarkın içine sıkışmış gibiyim. Her şey dönüyor, yüzler, sözler, sesler… “Sen” diye başlıyor her cümle. “Sen böyle dersin, şöyle yaparsın. Sen suçlusun!” Sonra uzaklaşıyor eşler birbirinden. Sesler kesiliyor onlar ayrı düştükçe. Aralarına bir duvar örülüyor seslerden, sözlerden. Onlar bilmiyor, ama ben görüyorum yanlış tavırla söyledikleri doğruların onları ayrı düşürdüğünü.

Oysa anlatılmak istenen çok net, çok basit bir mesele oluyor çoğu zaman. Pire için yakılıyor yorganlarımız hep. Ve o yangından ne yüreğimizi ne de ilişkimizi sağ salim kurtarmayı başaramıyoruz ne yazık. Çünkü biz demli gelen çayı görünce, “Bunu biraz açar mısın, demli olmuş” demektense, “Sen zaten ne zaman bana istediğim gibi çay doldurdun ki” demeyi yeğliyoruz. Eve geciken eşimizi merak ettiysek, kapıyı açar açmaz “Ne kadar sorumsuzsun, meraktan öldüm” diye surat asıyoruz. Aslında söylemek istediğimiz çok açık; “Geç gelirsen haber verir misin bir dahaki sefere, çok meraklandım bir şey mi oldu diye…” Ama netiz biz, açık ve seçik konuşuruz. Lafı uzatmaz, cümlelerimize makyaj yapmayız. Doğru olan neyse onu söyleyiveririz neticesini düşünmeden. Varsın kızsın, kırılsın, küssün eşimiz. Hatta bu tavrımızdan ötürü bir dahaki sefere yine göstermesin istediğimiz o hassasiyeti, önemli mi? Önemli olan bizim “doğru” söylüyor olmamız. O doğruyu da pat diye, olduğu gibi söylüyor olmamız…

Halbuki çok zor olmasa gerek kalp kırmamak. Karşılık verince kavga çıkacağını bildiğimiz bir tartışmayı başka bir zamana ertelemek. Keskin yanlarını törpüleyerek kuracağımız bir cümlenin eşimizle aramızdaki iletişimi kuvvetlendireceğini bilmek. Doğru bile olsa söylemek istediğimiz söz, zamanı değilse eğer en büyük yanlıştan daha yanlış addedileceğini fark etmek. Susmak değil söylemeye çalıştığımız şey. Aksine konuşmak, anlatmak, sorunu gidermek için çaba harcamak. Ama bunları yapmadan önce annelerimizi anlamak… Onların sözlerini kulağa küpe yapmak… Eğri oturup doğru konuşmak lakin her doğrunun her yerde söylenmeyeceğinin farkına varmak…

“SÖZ VARDIR SÖZE DOLAŞIR, SÖZ VARDIR ÖZE ULAŞIR.”

Semerkand Aile Dergisinden alıntıdır.

 

DİLİMİZİ TERAZİYE KOYSAK

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Açıksöz Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!