Bir arada yaşamamızı zorunlu kılan hayat, çeşitli vesilelerle birlikler kurmamızı da sağlıyor. Ticari ortaklıklar, okul arkadaşlıkları, oyun arkadaşlıkları, duygusal beraberlikler, iş arkadaşlıkları, dostluklar, evlilikler vb. Hepsi de bir iletişimin, bir ilişkinin maddi, manevi ve duygusal neticeleri olarak karşımıza çıkıyor…
Bu ilişkiler içinde hangi kategoride bulunursak bulunalım, bizi yanılgıya düşüren veya hayal kırıklıkları yaşatan insanları tanıma konusundaki beceriksizliğimiz değil midir? Şayet aksi ise; neden insanları çekiştirip duruyor, dedikodularını yaparak şikâyetler üretmeye devam ediyoruz. Kesin bir inanç ile tanıdığımızı sandığımız ve güvendiğimiz insanların lakayt tavırlarının açtığı onulmaz yaralarla bizleri bunalıma iterek, iletişimimizi zedeliyor. Hem iletişim içinde olduklarımıza hem de kendimize karşı olan bu kırılma; insanları tanıma sanatını öğrenmeye bizleri mecbur bırakıyor.
İşte bu tanıma sanatını bilmediğimizden olmalı ki, böylesi gerçeklerle yüz yüze geldiğimizde; duygu dünyamızda yaşadığımız düş kırıklıkları da cam kırığına benzer dağılmalardan farksız oluyor. Bu gerçeklik; gerek fikirsel gerek maddi gerek duygusal gerekse manevi dünyamız için geçerlidir. Böylesi acı tecrübeler tüm derinliği ile kendisini hissettirdiğinden belki de bu kadar unutulmaz oluyorlar! Ve tecrübe hanemizdeki yerlerini alırken insanları kendi yalnızlığının fildişi kulesine bir adım daha çıkarıyorlar. Muhatabımız olan şahsiyetlerin “ne, nasıl ve kim” olduğunu anlamak için yaptıklarının sonunda ille de “neden ve niçin” sorularını sormamız gerekiyor mu? Bu test illaki, yapılmalı mı? Cevabı öğrenmek için aradan yıllar geçmesini beklemeye mecbur muyuz? Bu mecburiyet, hayat denilen gerçekliğin bir öğretisi mi, yoksa eğitim sürecimizin kaçınılmaz bir sonucu mudur? Aradan geçen zamana rağmen bizi gerçeklerle buluşturan süreçle karşı karşıya kaldığımızda; hayatın ve insanların iç dünyasının karmaşıklığını sarsılarak öğrenmek kaçınılmaz bir yaşam öğretisi midir? İlişkilerin tutarlı veya tutarsızlığının teste tabi sonunu metanetle karışlamak tecrübenin tanımına mı denk geliyor yaşanılan hayatlarda…
İnsan kendisini güncellerken, ilişkiler de erozyona uğramak durumunda mıdır hep? Bunun başka yolu veya formülü yok mudur? Ve iletişim ya da ilişki içinde olduğumuz insanlar “emin” sıfatlarını yitirmek pahasına karşısındakileri illaki yanıltmak durumundalar mı?
İnsanı yeterince tanımamak bir cahillik sayılabilir mi? Birbirini yeterince tanıması için insanlar illa zamanın meçhullüğüne mi ihtiyaç duymaları gerekiyor. Hep yarınlara mı ötelemek gerekiyor bir şeyleri? Gerçekleşip gerçekleşmeyeceklerinin belirsizliği ümidiyle! Hayatın kalan zamanlarını önemsizleştirmek ve isteksiz bir yaşama kendimizi mahkûm etmek istemiyorsak; zamanın bize getirdiği insanları iyi irdelemeliyiz. İlişkilerin kırılganlığını göz ardı etmeden hayatın sürprizlerine hazır olmalıyız.
Velev ki sonuçları acı bile olsa…
Yorumlar kapalı.