Bunca gürültünün içinde insan sessizleşiyor. Kelimeler çoğaldıkça anlamı da azalıyor. Öyle bir çağ ki, insan nereye ait olduğunu bilmeden savruluyor. Köklerinden kopmuş, ruhundan bihaber, kendini anlamlandıramayan bir kalabalığın içinde tek başına kalmış. Çünkü bireycilik körüklenmiş. Yüzyılın projesi; İnsanı yalnız bırak ve sömür! “Ben, ben” diyerek egosunu şişir, kendine yabancılaştır. Bilmediği nefsine tapındır. Sonrası mı dediniz? Dünyanın kalabalığında ruhunu kaybetmek…
Aidiyetsizlik, insanın en büyük sınavı. Çünkü kişi, aidiyet duygusuyla anlam bulur. Ruhun Rabbi’ne aidiyeti koparsa, ne kalır geriye? Banka hesapları, makamlar, statüler, ekranlardan üzerimize boca edilen sahte mutluluklar mı? İnsan kendini bunlarla mı tamamlar? Oysa Mevlânâ’nın dediği gibi: “Kendini noksan gören, kemale ermiştir.” Ama biz, kendi eksikliğimizin farkında bile değiliz. Kendine cahil kalıp her şeyi bildiğini sanan lafazanlar olduk.
Huzursuzluk içimize çöreklenmişse, bir boşluk varsa, bunun sebebi nedir? Belki de aradığımız huzur, özümüzü kaybettiğimiz yerdedir. Hakikatin ışığını görebilmek için, önce neyi kaybettiğimizi anlamak gerek. Modern dünya bize her şeyi sunduğunu söylerken, aslında elimizden en kıymetlimizi aldı. Yani manevi aidiyetimizi. Kendi içimizde bir gurbet yaşıyoruz, lakin bunu fark etmiyoruz bile.
Büyük tasavvuf insanı Beyazıd-ı Bistami’nin şu sözleri geliyor aklıma. “Bunca ilim öğrendim, bunca hikmet işittim, ama beni hakikate ulaştıran iki şey oldu. İlki; kalbimi her türlü dünyevi bağdan temizlemek, ikincisi ise gönlümü Allah’a vermek.” Peki ya biz? Gönlümüzü neye verdik? Hangi kalabalıkta ruhumuzu kaybettik? Şeyh Şaban-ı Velimiz de der ki: “Dünya bir rüyadır, onun peşinden koşan bir hayal avcısıdır.” Hayallere hapsolmuş bir nesiliz. Hem de hakikati unutarak…
Oysa insanın gerçek yuvası, Allah’a duyduğu yakınlıktadır. Ruh, oradan geldiyse, oraya dönmek istemez mi? Bütün bunların içinden bir çıkış yolu var mı peki? Elbette her zaman bir çıkış yolu bir umut kapısı vardır. Henüz gün batıdan doğmamıştır. Her şeyin bir yolu vardır, Allah’a giden yol ise gönülden geçiyor. Bizden öncekilerin yaptığını yapabilmektir bu çıkış kapısı. Gönül perdesini kaldırabilmektir. Kaptan kılavuza tabi olmak, mana sultanlarının çeşmesinden ruh içebilmektir. Bu aidiyetsizliği aşmanın çaresi kendini dünyaya ait değil, Rabbi’ne ait hissederek huzura kavuşmaktır…
Ey ruhu gurbet içinde olan insan! Kendi evine dön. Gönlünün sahibine. Çünkü aidiyet, ancak O’ndadır. Ve O’na dönen hiçbir ruh; yersiz, yurtsuz, susuz, huzursuz ve kuraklıkta kalmaz.
Yorumlar kapalı.