İnsanlık denilen varlığın yapısı, yaratılışı itibariyle mükemmel olsa da kişinin kendini tanıması da bir o kadar zor olsa gerek. Çelişkiler içinden bir uyum, zıtlar aleminden bir bütünlük yakalaması gerekiyor. Bazen bir kelimenin harfleri gibi dağınık iken kimi zaman da bir bakışın ucunda paramparça görüntü sergileyebiliyor. Ancak bir duruşun ihtişamında istikrarla varlık ortaya koyabilen için durum tamamen farklıdır. Böyleleri içten içe yanan bir kandil misali sadece kendini yakmakla kalmaz etrafına da bir aydınlık bahşederler. Sesini yükselterek korkularını gizleyenlerle ayrışırlar. Ağırbaşlı duruşlarıyla ruhun en parlak yönünü ortaya koyarak farklarını hissettirirler.
Ağırbaşlılık, ahlaki ve sosyal bir zırhtır kullanmasını bilene. İçimizdeki nefsin kötü saldırılarına ve şeytanın tüm vesvese ve tahriklerine, şeytanlaşmış insanların bütün körüklemelerine inat, kuşanılmış kalkan gibidir. Kendini tanımanın erdemiyle susmanın ağırlığı içinde taş gibi duran sabırlıların diyarıdır yumuşak huyluluk. Varsın sessizliğinizi güçsüzlük sansınlar. Bilen bilir ki, İnsan sesini kıstığında kalbiyle konuşur. Gözlerinden süzülen ışıltıyla söyler sözünü. Yumuşak huylullukta görünmeyen bir kudret saklıdır. Çünkü o, hemen hissettirmez varlığını, dalga gibi kıyıya varmaz, ama derinden derine çeker insanı kendine. Bir çiçeği düşünelim mesela. Gürültüsüz açar, zariftir, sessiz serinliğinde gizlidir kokusu. Fakat o kokunun değdiği yerde gönüller uyanır.
Yumuşak huy, varlığıyla değiştiren, incitmeyen, mahkûm etmeyen ve ruha dokunandır. Bu nedenle ağırbaşlı insan, sükunetiyle büyütür etrafını. Psikolojik derinliği vardır. İçiyle yüzleşmiştir. Kendi iç fırtınalarını tanımıştır. İşte bu sessizlik bir bakıma iç dünyasının terbiye edilmişliğidir. Nefsiyle kavga etmiş, öfkesini dizginlemiş, arzularını tokatlamıştır. Kâmil insanların nasihatinde pişmiş, eleğinden elenmiştir. Maneviyatlarından mana içmiş ve terbiyelerinden nasiplenmiştir. Bu yüzden sesi kısık ama sözü ağırlıklıdır.
Sertlikte ise; kuvvet ve kudret görüntüsü verseler de aslında zillete mahkûm olmuşluk vardır. Çünkü boş gürültü, çoğu zaman bir yoksunluk çığlığıdır. Çünkü sesi çok çıkanın içinden taşan bir kontrolsüzlük vardır. Bastıramadığı vicdanını örtme çabasının bir yansımasıdır. Yok eder, etrafını ve kendisini. İçindeki kasırgalardan habersiz olanlar, başkasının rüzgarına çabuk kapılırlar. Hem kendisini tanımayanın çuvalı sökük dili ise çözüktür…
Unutulmamalı ki; öfke geçer, sertlik solar. Ancak zarafet, zamanın en keskin bıçağıyla bile yıpranmaz. Ne kadar törpülenirse, o kadar parlar. Yumuşak huylunun kalbi, bir kuyunun en derin noktası gibidir. Herkes üstünden geçip gider ama biri kova sarkıtırsa, işte o zaman anlar kuyunun ne kadar serin ve leziz bir su sakladığını. Ağırbaşlılık bir iklimdir. Huzurdur. Böylesi dostlarınız varsa bir dağın yamacına yaslanmışsınız demektir. Rüzgâr bile uğuldamaya utanır böylesi kıymetler yanında. Sesiyle değil, varlığıyla rahatlatırlar insanı. Böyle kimselerle dostluk kurmak faydalıdır. Eğiticidir. Olgunlaştırıcıdır. Aklınızı, duygunuzu ve ruhunuzu kemale eriştirir.
Öyle ise ağırbaşlı ve yumuşak huylu olun ki, gürültüsüz geçtiğiniz yolların ardında iziniz kalsın. Herkesin sesi yankılanırken vadilerde, sizin sessizliğiniz yankılansın kalplerde…
Yorumlar kapalı.