Her şeyin özünü boşalttık. Şekiller kaldı özden uzak. Söz kaldı, her biri diğerinden sihirli ve tuzak. Kendi gitti sureti kaldı duygu ve değerlerimizin. Sevgi de bunlardan bir tanesi. Sevgi gitti, ritüel ve motiflerle kutlanan samimiyetten uzak görüntüsü kaldı geride. Yılda bir kez nostaljisi yapılan, sevilenlerin hatırlandığı tek bir güne indirgendi yüce bir duygu. Sevgiyi aramak yerine, sevdiklerimize sevgimizi bir ömür sunmak yerine tek bir günün heyecanını bekler olduk. Oysa ne kadar da muhtacız; insanların önce kendisinden başlayarak sonra çevresini sevmeye. İnsanı, ağacı, bitkiyi, hayvanı, mimariyi, estetik olanı, sanatı, musikiyi, manevi değerleri… Sevilesi nice fırsat elimizdeyken biz sevgisizlikte karar kıldık. Ne yapıp edip kavga çıkartıp, çevremize nefret ve öfkeli gözlerle bakabilmenin kalitesizliğini sergileme peşinde herkes. Ne oldu bize? Hani Yunus, Mevlâna, Edebali, Mecnun, Leyla, Karacaoğlan, Kerem, Aslıgibi nice yüce büyüklerin, sevgi sultanlarının imrenilesi sevgi dolu halleri ve öğütleri.
Şimdi biz bu ritüelleri kullanmazsak ne olacak? Sevmemiş mi olacağız yani. Ya da yılın diğer günlerinde olmadık kırılmaları, hoyratlıkları yaşayıp, yaşatıp sonra tek bir günde sevgi geçitine kalkışsak sevmiş mi sayılacağız? Bir çiçek almak için, sevdiğimizi söylemek için, gönül yapmak için bir yıl beklemeye hacet var mıdır? Yılın diğer günleri ne olacak? Kalbimiz tek bir günde mi sevgiyle atmakta. Sevdiklerimiz diğer günlerinde sevilesi değiller mi?
Evet, yürekte kaynayan bu aşkın duygu her halinden kendisini belli eder. Öyle tek bir kareye, tek zamana ya da güne sığacak türden değildir. Hatırlamaya, hatırlanmaya veya hatırlatılmaya asla ihtiyaç hissetmez. Seven sevdiğini her daim misafir eder tüm benliğinde. Ne yürekten çıkartabilir ne de aklından. İhmale gelir mi sevgili. Güvensizlik kabul eder mi sevgi. İkileme düşürür mü? Girdiği kalpte kendinden başkasına yer bırakır mı? Tek’liği sever o. Kuşatıcıdır, doldurur her yeri. Gecen, gündüzün, ufkun, gün batımın, dolunayın, baharın, zifiri karanlığın, hazanın, hâsılı her anın sevgiliyledir. İhmale yer yoktur sevgilerde. İhmal başladı mı, güvensizlik girdi mi araya bir şeyler de içimizden terk etmeye hazırdır. Zira her ikisi de sevginin tabiatına zıttır. Öyle ya gerçek bir sevgide sevilen nasıl unutulur ki? Elinizden gelir mi böyle bir şey. Mantığınızın gücü yeter mi sevgiliyi ötelemeye. Kızmanız bile sevgi kaynaklıdır, tıpkı özlemleriniz gücünü sevgiden aldığı gibi…
Sevmek, inanmak olduğuna göre inancı gölgeleyen her şey sevgimize zarar verir. Kırıcı olur. Zira ispata muhtaçlığı yoktur sevginin. Her halinden bellidir seven de sevilende. Ne başkalarının onayına ne de hediye, söz ya da başkalarının biçimlendirdiği ritüellerin ve kutlamaların tasdikine ihtiyaç duyar. Sosyal paylaşım sitelerinden paylaşılan dijital fotoğraflara, sloganlaştırılmış sözlere gerek var mıdır sevgiyi ispat için. Neyin kıyaslaması, neyin yarışı bu? Böylesi olsa olsa başka açlıkların dışa vurumudur. Eksik hislerin reklamla doldurulma çabasıdır. Topluma kendi samimiyetsizliğini onaylatma çabasıdır. Sevgiye çelme takmaktır. Ne büyük bir gaflet, ne tuhaf, ne yaman bir çelişki! Özel olan sevgi gibi kutsal bir hissiyatı genelleştirmek ona yapılabilecek en büyük ihanettir. Yoksa sevgi, mekanik ekranların arkasına gizlenmiş de biz mi bilmiyoruz?
Ne dersiniz sevgili okurlar; gönlü yaz olanın içi üşür mü? Gönlü kış olanın, ömrüne bahar gelir mi?


Yorumlar kapalı.