Dizi değil; dizboyu rezaletin Mankurtlar’ı..!

Dün bu köşede, televizyonlarımızın 7 gün 24 saat sürdürdükleri yayınlarının omurgasını üzerine kurdukları “dizi keyfi” düzeneğinin geldiği son rezil noktayı not etmiştim. 44 yıllık sinema yazarı ve eleştirmen, Sinema Yazarları Derneği’nin(SİYAD) kurucusu Atilla Dorsay ve her söylediği tüm yandaşlarının yanı sıra muhaliflerince de özel bir dikkatle izlenen 40 yıllık hukukçu ve siyaset adamı Bülent Arınç’ın konuya bakış açılarının toplum için referans görüşler olması gereği kendiliğinden ortaya çıkmışken, bugün bizi bu noktaya getiren bazı somut olayları/ diziler irdelemek gerektiğine inanıyorum.

 

Önce dizi deyince hafızalarımızda iz bırakan bazı isimleri hatırlayalım;  .

Aşk-ı Memnu(Halit Ziya Uşaklıgil), Yaprak Dökümü( Reşat Nuri Güntekin), Dudaktan Kalbe(Reşat Nuri Güntekin), Ezel(Ezel ‘in senaristleri Kerem Deren ile Pınar Bulut), Hanımın Çiftliği(Orhan Kemal), Aşk ve Ceza, Fatmagül’ün suçu ne?, Kılıç günü, Zerda, Aliye, Binbir Gece.. say sayabildiğin kadar.

 

Bu yazımızın konsepti dışında tuttuğum; farklı yönleriyle ayrı ayrı yazı konusu olması gereken Küçük Ağa, Deli Yürek, Kurtlar Vadisi- Kurtlar Vadisi Pusu, Hatırla Sevgili(Senaryo Nilgün Öneş), Bu Kalp Seni Unutur mu?(Senaryo Nilgün Öneş), Babalar Duymasın(Birol Güven) ile yozluğun ikinci bir boyutunda körpe/genç beyinlere zehir enjekte ederek sürdüren Selena, Acemi Cadı, Sihirli Annem ayrıca değerlendirilmeli diye düşünüyorum. Onlarda kendi kulvarlarında çokta masum değiller. Masum değiller ama, hiç olmazsa yazımıza konu olanlar kadar da rezalete teşne değiller.

 

Konuyu dağıtmadan, söylemek istediğim şu:

Tv ekranlarından her gece beyinlere enjekte edilen reklamlarla önce hayaller kurduran bir masumiyet veya kurtarıcı/uyuşturucu(!) önermeler zinciriyle, ilk öncelik değer yargılarının ters yüz edilmesi ile kendini gösteriyor. Ahlak, günah, günah keçisi yapılan töre, her dizinin orta sınıftan alt kültüre maletmekle yaftaladığı utanılası kavramlara dönüştürüldü. Dönüştürmeyi beceremediklerinde de, kıvrak bir zeka(!) ürünü formülle kavramların içini boşaltıp farklı anlam yüklemelerine gidildi. Özellikle senaristlerin tanımları doğrultusunda orta alt sınıfların değer yargıları olan ahlak, töre, iffet, namus, berdel gibi kavramlar, yeniden tanımlanan sentetik bir ahlak anlayışının masumiyet endüstrisi çarkları arasında birbirini tamamlayan sunucu seyirci özdeşliği noktasında buluşuturup “nolmuş yani, olabilir, olabilir” vurdum duymazlığında birbirine kenetlenip düğümleniyor. Şuuraltına sürekli zerkedilen, “sen aynı durumda kalsan ne yapardın?” sorgulaması ile baş başa bırakıp, iç denetimsiz güdülerini hayata geçirme isteğini tahrik etmek, değer yargılarını o zihin anaforunda sorguya alıp kendi masumiyet hevesine kendini inandıracak karineler icat ettirmek. Böylece hedefe oturtulan toplum ahlakı, değer yargıları kişinin dışa taşırmadan kendi iç dünyasındaki sessiz suikastına kurban edilip infaz ediliyor. Karşı duruşun güç kaynağı din, “dincilik” yaftası üzerinden; ahlak, “ahlak bekçiliği” aşağılaması üzerinden birer kin, nefret ve ötekileştirme, dışlama unsuru halinde sunuluyor.

 

Bugünkü genç kuşağın –belki sadece adını duyduğu- TRT ekranlarının bir fenomen dizisi vardı; Dallas. Dallas’ta kimin eli kimin cebin belli olmayan her türlü Amerikan pisliği(!), çok radikal, radikal olduğu kadar da bir masumiyet perdesi ile seyirciye sunulurdu. Yayınlandığı dönemde, her Pazar akşamı hayatı durma noktasına getiren, kitleleri ekranlara kilitleyen bir fenomen. Dizinin en kötü adamından en masum orta malı oyuncusu, Türk seyircisi tarafından “rol model” olarak taklit edilirdi. Bu taklit kabiliyeti, bu günkü Türk dizilerinin de ilham kaynağı, “rol model” önermelerinin çıkış noktası oldu denebilir. Bu toplumda her türlü pespayeliğin prim yapacağı fikri sanırım böyle bir konsepti doğurdu.

 

Şimdi “’Fatmagül’ün suçu ne?” ve “Kılıç günü” dizilerine Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) tarafından “geleneksel aile yapımızı hiçe sayan tavırları, kadını yalnızca cinsel bir madde olarak algılaması ve cinselliğin bu derece ön planda tutulması, çocukların henüz uyumadıkları saatlerde yayınlanan bu dizilerde toplumca onaylanmayan davranışların normal karşılanması aile yapımıza bir tehdit, bir saldırıdır. Bir kadının başına gelebilecek en trajik olay olan tecavüzün magazin malzemesi yapılması, bu tecavüz sahnesinin uzun süreli yayınlanması” gibi gerekçelerle cezaya tabi tutulmalarının istenmesi ve cezalandırılmaları neyi değiştirecek? Verilecek cezaların komikliği, olsa olsa, yapımcılara espri malzemesi olacak türden. Onun için bu rezilliklere karşı daha köklü ve radikal tedbirlere ihtiyaç olduğu aşikar. Toplumun geleceğine kastetmenin, özgürlüklerle, demokratik beklentilerle bağ kurularak savunulması mümkün değil. Bu olsa olsa bir toplumu topluca Mankurtlaştırma projesi olabilir.

 

Mankurt:

Türk dünyasının en büyük yazarlarından biri olan Cengiz Aytmatov‘un 1980 yılında yazmış olduğu “Gün Uzar Yüzyıl Olur(Gün Olur Asra Bedel) adlı romanında yer verdiği bir Kırgız efsanesinde “mankurtsözcüğü ve “mankurtlaştırmakdeyimini bütün dünya dillerine ve edebiyatına olduğu gibi dilimize ve edebiyatımıza da kazandırılan bu sözcük ve deyimle geçmişini unutturulmuş güçlü köleler demektir.

Dizi değil; dizboyu rezaletin Mankurtlar’ı..!

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Açıksöz Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!