Selam ile…
Ulusal Basının bir kısmı da işin içinde olmak üzere, köşe işgal eden kimi yazar geçinenleri, bir şeyleri kendine dert edinip kitap yazmaya soyunanları vs. gördükçe kendime sorardım: “Sen ne diye duygularını, savunduklarını, heyecanlarını ve sevinçlerini yazıya dökmüyorsun?” diye. İçimizde fırtınalar koparken, söylemek anlatmak istediklerimiz dağ gibi yığılmışken, doğru bildiğimiz yalanlar ortalıkta gezinirken ve geleceğimizin teminatı olarak gördüğümüz gençlerimiz gözümüzün önünde kayıp nesil haline gelirken; bir şeyler yapılması gerektiği fikri iyice belirginleşti zihnimde.
İşte bu duygularla, Bismillah deyip başlıyoruz. Görmüş olduğumuz eğitimin, şu ana kadar pek azı istisna gezip dolaştığımız coğrafyamızın ve senelerin gözlemlerinin katkılarıyla bir şeyler çiziktirip, çorbada tuzumuz olsun amacıyla başlıyoruz… Gençlerimize, yaşlılarımıza, akranlarımıza, kardeşlerimize, bacılarımıza, hâsılı ulaşabildiğimiz herkese ufak bir katkımız olsun diye başlıyoruz… “Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve gerçekten ben Müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet 41:33) ayet-i kerimesi gereğince, bildiklerimizi başkalarıyla da paylaşmak üzere başlıyoruz… Rabb’im utandırmasın…
Gündem yoğun. Gündem Gazze. Gündem Doğu Türkistan, Irak, Suriye, Mısır, Arakan, Keşmir, Orta Afrika… Müslümanın olduğu her yerde zulüm, gözyaşı ve acı var. Bunda her ne kadar İslam düşmanlarının payı büyük olsa da, çuvaldızı ele batırırken iğneyi de kendimize batırmaktan imtina etmemeliyiz. Şöyle ki; Müslümanların bölünmüşlüğü, asabiyet ve mezhep taassupları, menfaat ilişkileri ve iktidar hırsı, bugünkü ortamın oluşmasının en büyük sebeplerinden biridir. Hep gıpta ile baktığımız gelişmiş batı ülkelerine, Merhum Akif’in de söylediği rivayet edilen “işleri var dinimiz gibi, dinleri var işimiz gibi” anlayışıyla bakmak yerine dinimizin bize emrettiği “Topluca Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız, ayrılığa düşmeyiniz, Allah’ın size olan nimetini hatırlayınız; hani birbirinize düşmandınız da, O kalplerinizi kaynaştırdı ve O’nun lütfu ile kardeş oldunuz. Ateşli bir çukurun kenarındayken, ondan sizi O kurtardı. İşte Allah, ayetlerini size böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.” (Al-i İmran 3:103) ayetinin hükmüne göre hareket etsek, herhalde işler daha kolay olurdu.
Yukarıda saydığımız parçalanma sebepleri, bir zamanlar Hristiyan batı dünyasını da mahvetmişti. Yıllarca süren din savaşları, karşıt mezhep mensuplarının birbirini boğazlamaları, kilisenin ve din adamı sınıfının la yüs’el tavırları başlıca nedenleri teşkil etmekteydi. Ama onlar bu gaflet uykusundan uyanıp, düze çıkmanın, dünyada söz sahibi olmanın birlikten geçtiğini ve ayrışmanın kimseye faydasının olmadığını gördüler. Bizim yıllarca gâvur icadı, şeytan işi diye kapımıza dahi yanaştırmadığımız, bazılarını da kasıtlı olarak bizden uzak tuttukları endüstriyel gelişime ait yenilenmeleri Türkiye olarak biz kısmen de olsa kabul etsek bile bugün İslam dünyasının büyük bölümü gönüllü bir geri kalmışlık ve ihmalkârlığın pençesindedir. Bunda iktidarı elinden bırakmamak için her türlü düzenbazlıktan medet uman saltanat sahiplerinin payı varsa da, ulul emre itaati yanlış bir şekilde anlayan ve yorumlayan Müslüman halkların da katkısını göz ardı etmemek lazım.
Bir zamanlar Bizans’ın din adamlarının, Müslüman Osmanlıyı kendi dindaşlarına tercih etmelerine benzer bir şekilde bugün İslam toplumları, falan gelmesin de varsın filanın sömürgesi olalım şeklinde çarpık bir kutuplaşmanın, bölünmüşlüğün ve saçma bir rekabetin pençesindeler. Gazze’ye, Doğu Türkistan’a, Orta Afrika’ya bakmadan önce, ümmetin bu hale niçin düştüğünü anlamak için Irak’taki bölünmüşlüğe ve bunun sebeplerine bakmamız gerekiyor. Şiiler Sünnilerle, Sünniler Şii, Türkmen ve Kürt gruplarıyla, Türkmenler kendilerini savunmak adına hem Sünni hem Şii gruplarla mücadelede ve bundan kârlı çıkacak olanlar da hiç şüphesiz, 1920’lerde çizdikleri sınırlara yeni şeklini vermek için ellerini ovuşturarak bekleyen batılı egemen güçlerden oluşmakta.
Yakın tarihimizi iyi okuyamamamız, gençlerimizin tarihe olan ilgisizliği ve tarihi yazanların hep gücü elinde tutanlar olduğundandır ki, içinde bulunduğumuz coğrafya hakkında hep klişe ifadeler kullanırız ve suçu hep Osmanlıya ihanet eden Araplarda ararız. Fatır Suresi 18. Ayette: “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenemez. Yükü ağır gelen kimse, onu taşımak için başkasını çağırsa, bu çağırdığı akrabası da olsa, onun yükünden bir şey yüklenemez.” buyuran Rabb’imiz, bizlere ataların ve babaların hatalarının yükünü çocuklarının çekmeyeceğini bildirdiğindendir ki; Allah’a ve ahiret gününe inanan Müslümanlar, bugünkü parçalanmışlıkların ve zulümlerin suçunu kendilerinde aramalı, başlarını ellerinin arasına alıp düşünmelidirler.
İnşallah bir sonraki yazımızda, senelerce yalan bilgilerle doldurulan tarih kitaplarından beslenen ve gerçekleri araştırmak gayretinde olan okuyucularımız için tozlu sayfaları açacağız. Tekrar buluşabilmek umudu, selam ve dua ile…
Selam ile…

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Açıksöz Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!