Yüce Kitabımız’da defalarca tekrarlanan bir tabir var: “el-hayâtu’d-dünyâ.” Müfessirler bunu“dünya hayatı” diye tefsie etmişler. Kısaca değersiz, geçici, aldatıcı demektir. Halen yaşamakta olduğumuz hayat “dünya” (değersiz) bir hayat olduğuna göre, onun bizim için değer ifade eden yanı, sonucu uhrevî akıbetimizi belirleyecek olan bir “imtihan” ortamı olmasıdır.

Dünyanın “aldatıcılık” vasfı herkeste aynı şekilde tezahür etmez. Kimi şöhrete, kimi makam mevkiye ve hükmetme arzusuna, kimi nefsî ihtiraslara ve şehvanî duygulara, kimi de mal ve servete zebun olur. Şurası açık ki, bunların tamamına esir köle olmak da mümkündür ve bunun en kestirme yolu, mal ve servete esaretten geçer.

Bizler bu dünyada ahireti hedefleyerek yaşarız. Hz. Musa a.s.’ın ümmetinden rabbanî alimlerin, Karun’a nasihat ederken söyledikleri gibi, “Allah’ın sana verdiği (maldan harcayıp) ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sen de insanlara (infak ve tasaddukta bulunarak) ihsan et…” (Kasas, 77)

Bu ayet-i kerimeden anlayacağımız; Allah Tealâ’nın lütfu keremiyle zengin kıldığı müminlerin ellerinde bulundurdukları malla ilişkisi, öncelikli olarak malları vasıtasıyla ahiret yurdunu elde etmeye bakmak şeklinde olmalıdır. Onların esas önceliklerinin bu olması gerekir. Ancak bunu hakkıyla yerine getirdikten sonradır ki, dünyadan da nasiplerini unutmayacaklardır. Görüldüğü gibi burada “dünya nasibi” ikinci planda gelmektedir.

Dünyevileşme denen durum, her şeyin dünya merkezli olarak ele alınıp değerlendirildiği bir süreci ifade ediyor. Bu süreçte bütün değerler “madde”ye indirgenmiş, insanın manevi yanı yok sayılmıştır. Batı dünyasında insanların yoğun bir şekilde dinden (Hıristiyanlıktan) uzaklaşması hadisesi sadece Hıristiyanlığın kendi iç arızalarından kaynaklanmıyor; aynı zamanda Batılı insanın her şeyi madde planında vehmetmesinin de buradaki payı hayli fazla.

İnsanı sadece maddi yanıyla ele alan seküler pozitivist ideolojilerin mal mülk ve servet meselesine bakışı da çarpıktır. Maddi hayatın aşırı abartılması ve her türlü değerin maddeye indirgenmesi, sonuç olarak ortaya iki türlü körlük çıkardı: Özel mülkiyete karşı körlük (Komünizm) veya topluma karşı körlük (Kapitalizm).

İslâm’ın bu iki körlükten birisine eklemlenmesini de üçüncü ve en büyük körlük olarak işaretlememiz gerekiyor. Zira özellikle son bir asırdır insanlığın yaşadığı travmalara bu iki körlükten birisi kaynaklık ettiği halde, insanlığın biricik kurtuluş ve saadet iklimi olan İslâm’ı, Kapitalizm veya Komünizm çağrışımlı yorumlar eşliğinde takdim etmekten daha büyük bir arıza olamaz diye düşünüyoruz. Hoşçakalın.

NEREYE GİDİYORUZ?

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Giriş Yap

Giriş Yap

Açıksöz Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!